Hışırtı
- Gülce Şenol
- 9 Şub
- 2 dakikada okunur
Sisli bir perşembe gecesiydi. İnsanı tatlı tatlı üşüten bir hava vardı. Soğuğu acıtmıyordu sanki memleketinin, sadece onu hafifçe kendine getiriyordu. Havanın bu nezaketine rağmen elleri pek narin olduğundan cebine sokmuş, burnu ve yanakları da hemen pembeleştiğinden montunu neredeyse yanaklarına kadar çekmişti, başı aşağıda yürüyordu. Merkezden uzaklaşıp şehrin tenha sokaklarını keşfe çıkmıştı. Her seferinde sanki ilk defa o sokaklardan geçer gibi yeni, bilinmez bir heyecan kaplardı içini. O gece de üstünde yürüdüğü aynı yüz yıllık Arnavut kaldırıma bakarken kaldırım taşlarının başından kim bilir neler geçtiğini düşündü. Yer yer sokak lambalarının sarı ışıkları en azından adımlarını seçebilmesini sağlıyordu. Onlar da olmasa sokaklar da zihni ve yarını gibi karanlık ve bilinmez kalacaktı. Arnavut kaldırımı aklını oyalarken sokağın köşesine geldiğini fark etti. Durdu. Daha önce hiç girmediği sarı ışığı bile olmayan sokağa sadece göz ucuyla bir baktı. Tam adımını kararlı bir şekilde dümdüz karşıya doğru atacakken uzaktan tanıdık bir hışırtı sesi gelmeye başladı. O daha sesi tanıyamadan ışıksız sokağa doğru utanmasa onu da alıp götürecek bir edayla kuvvetli bir rüzgar esti. Rüzgarla birlikte kaldırımda ölüm kalım savaşı veren onlarca yaprak karanlığa savruldu. Bazıları o hışımla ayaklarına çarptı, bazıları ayaklarının arasından geçti, gitti. Sanki acelesi vardı yaprakların. Onları o halde görünce kendisinden şüphe etti. Acaba o geç mi kalmıştı? Bunları sorgularken kafasını biraz kaldırdı, yaprakların gittiği karanlık sokak ona bir göz kırptı. Bu sefer rüzgar, cesaretlendirir gibi sırtına hafifçe vurarak güven verir gibi arkasından doğru esti. İşte o zaman yönünü çevirdi ve adımını rüzgarın da desteğiyle karanlık sokağa doğru attı. Mantığıyla değil, iç güdüleriyle hareket ediyordu. Sanki ışıksızken dipsiz bir kuyu gibi zihninde yürüyormuş gibi hissetti. Korktu, bunaldı, geri dönmek istedi. Kalp ritmi hızlanmaya başlamışken yaprakları tekrar gördü. Hışır hışır nereye gittiklerine bakarken kendini koca bir çınarın önünde buldu. Bu koca çınar aniden ona anlayamadığı bir güven aşıladı. Ağacın gövdesinin yukarısını biraz olsun görmeye çalışırken gökyüzünde bir bulut geçti. Mehtap ortaya çıktı aniden. Meğer kara bir bulut gölge düşürüyormuş son dördüne. Ay’ın mahmur ışığı ulu çınara çarpıp kendini gösterince çınarın yapraklarının yarısının yerde olduğunu gördü. Sonra yapraklar tekrar hışırdadı. Yerdeki kahverengi yapraklara baktı, baktı… Sonra yüzünü Ay’a çevirdi, derin bir nefes aldı. Nefesini verirken kararlı bir rüzgar esti arkasından. Yapraklar savruldu, hışırdadı. Ve sonunda rüzgarın kendisini de savurmasına izin verdi…

Yorumlar