Gölge
- Naz Yıldız
- 5 Tem 2024
- 3 dakikada okunur
Ben başarılı bir insan değilim, bu da bir başarı hikayesi değil. Hiçbir zaman kendimi övebilmek gibi bir yeteneğim olmamıştı, şimdi de mütevazılık yaptığımı düşünmeyiniz lütfen. Gerçekten birazdan size anlatacaklarım bir başarıdan ziyade, aciz bir insanın hayatta kendi ayakları üzerinde durabilmek için nelerden vazgeçebileceğinin bir örneğidir. Eğer anlatacaklarımı kendinize örnek almak isterseniz size karışamam ancak şunu söylemeliyim, ben olsam kendim dışımda kimseyi örnek almazdım(!) Ancak bugün anlatacağım hikaye tam da bu konuya değindiğinden, başlamadan küçük bir uyarıda bulunmak istedim. Her neyse, yine lafı fazla uzattım sanırım. Bu hikaye çok da eskiye dayanmıyor ancak bana sorarsanız o zamanki benle şu an olduğum kişi arasında uçurumlar kadar fark var. Sanki asırlar geçmiş de saatler yavaş akmış gibi geliyor bazen. Tıpkı abimin öldüğü zaman gibi. Kendisi benden 7 yaş büyüktü. Yani ben doğduğumda 7 yaşında kocaman bir çocuktu. Gözlerimi ilk açtığım anı hatırlamamak ile beraber; abimin hastane odasında küçücük bir beşikte yatan küçücük beni tepeden izleyen görüntüsü, yıllar geçmesine rağmen hala tüm canlılığıyla aklımın köşesinde duruyor. Bazen bunu söylediğim zaman bana deliymişim gibi bakan gözlerle karşılaşıyorum çünkü insanın doğduğu günü hatırlaması imkansızmış gibi düşünülüyor. Yanlış! Eğer benimki gibi bir abiniz olsaydı emin olun sizlerin de dün gibi aklına kazınırdı o kendinden emin bakışlar. Abim kendimi bildim bileli (doğduğum gün de dahil) her zaman başı dik ve kendinden emin bir insandı. Her zaman ne yapılması gerektiğini bilir, yaptığı işi de en güzel şekliyle yapardı. Belki de bu yüzden ben hiçbir işi doğru yapamazdım. Yanlış anlaşılmasın, beceriksiz bir insan değilimdir; ancak abim yanımda değilken her şeyi yüzüme gözüme bulaştırırdım. Örneğin dersleri iyi olan, başarılı bir çocuk olmuştum her zaman, çünkü abim bana nasıl yapmam gerektiğini gösterirdi. İşin aslı, o göstermezdi, ben ondan izlerdim. Abimin kendisi için açtığı bir yolu vardı, ben de hayatım boyunca onu takip ettim. Onun bin bir zorlukla yarattığı yollardan, elimi kolumu sallayarak rahatlıkla ilerlemeyi kendime huy edindim. Abim ders mi çalışıyordu, ben de çalıştım; spor mu yapıyordu, ben de yaptım; gitar mı çalıyordu, ben de çaldım. Okuldan kaçtığı zaman ben de kaçtım. Tek fark, o başını beladan nasıl kurtaracağını biliyordu, ben bilmiyordum. Onun her şey için kendine ait bir yolu, bir çözümü vardı ancak o yolları bana açmadığı zamanlar tıkanıp kalıyordum. Abimin izinden gitmeye o kadar alışmıştım ki, büyüdüğümde bile kendi yolumu açmayı öğrenememiştim. Bazen abime bana destek olmadığı için o kadar kızardım ki, keşke abim olmasaydı derdim. Ama şu an anlıyorum ki o zaman kızdığım kişi aslında kendimdim. Çünkü yalnızca o zamanlar bir taklitçiden farkımın olmadığını fark ederdim. Abisinin peşinden bir çorap söküğü gibi ilerleyen küçük kardeştim ben. Onun bir gölgesiydim. Ve sizlere şunu söyleyeyim, güneş yok olduğunda, gölgeler de yok olur. Abim öldüğünde benim için asla geçmeyeceğini düşündüğüm bir gece başladı. Bir an için onun ardından ben de öleceğim sandım, çocukluk işte. Ölmedim tabii, fakat o gün benim için yıllar sürecek bir sınav başladı ve hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Artık ne peşinden gidebileceğim bir kişi ne de takip edebileceğim bir yol vardı. Abimi alan o hastalık, gölgesini de aldı ve ben ilk defa kendi benliğimle başbaşa kaldım. Ne yapacağını bilmeyen, kendi yolunu bulamayan yapayalnız bir ruhtum ben. En azından o zaman böyle hissetmiştim. İşte o zaman bende bir şeyler değişti, farklılaştım. Hayatta doğru olduğuna inandığım tek yolu kaybedersem ne yapacaktım? Kendime yeni bir yol açacaktım. Ben de bunu yaptım. Kendi yolumu bulmak için çok uğraştım. Hayatta kendime ait bir amaca sahip olabilmek ve bunun için tek başıma ilerlemek için kendi ellerimle bir yol inşa ettim. Pusulam kendimdim ve yönüme ben karar veriyordum. Ancak dediğim gibi, bu bir başarı hikayesi değil, kendi ayakları üzerinde durabilmek için insanın nelerden vazgeçebileceğini gösteren bir trajedidir. Ve ben de abisinden, güvendiği tek varlığın hatırasından vazgeçmek zorunda kalan zavallı başrolü oynuyordum. Lütfen yanlış anlaşılmasın, kendi yolumu inşa ettim gibi şeyler zırvalayarak sizin zamanınızı harcamayı amaçlamıyorum. Yalnızca şunu söylemeye çalışıyorum, o zamanlar, gidecek bir yön bulamadığımda çıkışı hep abimin yollarında buldum. Ama bir başkasının yolunu kullanarak nasıl kendim olabilirdim ki? İşte bu nedenle abimin bana öğrettiği her şeyi hafızamdan sildim. Anılarımız, kahkahalarımız, gözyaşlarımız da beraberinde giderek kayboldu… Çünkü abim aklımda olduğu sürece karşıma onun yolları çıkıp duruyordu. Size anlatacağım şey bir trajedi derken abartmadığımı eminim şimdi anlamışsınızdır. Çocukluğunda abisinin gölgesi altında, yapmacık, taklit bir hayat sürmüş, büyüdüğünde de kendi yolunu bulabilmek için abisinin hatırasını zihninin derinliklerine hapsetmiş bir çocuğun hikayesidir benimki. Başta da söylediğim gibi, bunu siz örnek alın diye anlatmıyorum. Bana acımanızı da hiç istemem. Ancak sizden istediğim bir şey var ki; güneş battığında, gölgeler solmaya başladığında, kendi benliğinizle, kendi açtığınız yolda yürüyebilecek cesareti ve yeteneği hiçbir zaman kaybetmeyin.

Yorumlar