top of page

Tohum Dolu Odalara Açılan Kapı: The Doors

  • Cemre S.
  • 17 Kas 2020
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 11 Ara 2020




ree

Adım attığımız her ülkede, her şehirde, her odada, bizi yepyeni hikayeler bekler. Keşfedilmeyi, yaşanmayı bekleyen yepyeni hikayeler… Jim ve Ray de işte böyle keşfedilmeyi ve ardından yaşanmayı bekleyen hikayelerin dolu olduğu odalardan birinde tanışırlar. Saatlerce süren muhabbetle gittikçe bağlanır, birlikte ettikleri her bir sözcükle ile odanın derinliklerine girip, hikayeleri adeta bir cımbız gibi çekip çıkarırlar. Ama dedim ya, keşfetmek yalnızca bir aşama. Önemli olan, bu hikayeleri yaşamaktır. Öbür türlü, hepsi yalnızca birer ihtimal olarak kalacak, insanın aklında mutlak soru işaretleri oluşturacaklardır. Bu ihtimallerden birinde, bu iki film öğrencisi düşündüklerinden çok farklı yerlerde kendilerini bulurlar. İkisi de tutkularının film olduğundan emindir. Ama ya yanılıyorlarsa? Buldukları bir hikayenin tohumu ilham vermiş olacak ki, Jim bir söz yazarı ve şarkıcı olduğundan bahseder. Tesadüf müdür kader midir bilinmez ama Ray de kendisinin hali hazırda kardeşleriyle kurmuş olduğu bir müzik grubunun var olduğundan söz eder. İhtimal bir anlığına çok gerçek görünür, hikayenin tohumu yeşermeye başlar.


İletişimin ve doğru zamanlamanın yeşerttiği bu tohum The Doors’un hikayesidir.

1965 yılı Temmuz ayında, hali hazırda kardeşleriyle kurduğu müzik grubu Rick and The Ravens’da klavye çalan Ray Manzerek, UCLA film okulunda, vokalist ve söz yazarı Jim Morrison’la tanışır. Tanışmalarının hemen ardından Jim Morrison, Ray Manzerek’in grubunda şarkı söylemeye başlar. Gruba davulcu John Densmore’un da katılmasıyla, vokalist Jim Morrison, klavyeci Ray Manzarek, gitarist Robby Krieger olarak The Doors isimli blues ve psychedelic rock grubunu oluştururlar. Ancak bu gençler yalnızca bir gruptan çok daha fazlasıdır. Bu grubun altında bir kimlik yatar. Kimlik yatar yatmasına da, herkesin cevabını aradığı “Sen kimsin?” sorusuna onlar da bir cevap bulamamışlardır. En azından kelimelerden oluşan bir cevap…

_________________________________________________________________________________________

ree

Kendi isimlerini verdikleri ilk albümlerini “The Doors” 1967 yılında önce “Break on Through (to the Other Side)” isimli teklileriyle dünyaya tanıtırlar. Listelere giriş yapamadığı için başarısız sayılan bu teklinin hemen ardından “Light my Fire”ı da yayınlayıp kendilerine birinci sıradan yer edinirler. Zamanla yeni albümler yayınlanır, yeni müzik türlerine yelken açarlar. Her şarkıları listelerde yer almasa da birçok şarkıda “başarıyı” yakalayabilmişlerdir. Yayınladıkları her albüm onlara yeni bir kapı açmış, girdikleri yeni odalarda yepyeni hikayelerin tohumlarını bulmaya devam etmişlerdir. Country, blues, pop, psychedelia… Müzik türleri arası yolculuklarında yeniyi ve farklıyı aramış, her çeşit müzik türünde kendilerini bulmayı bir şekilde başarabilmişlerdir. Blues’un acı dolu ruhuyla dolup taşmasına rağmen eğlendiren rock şarkısı “Roadhouse Blues”, pop esintileri ve alışılmadık müzik aletlerini taşıyan “Touch Me”, hayal dünyasının sonsuzluğunu hatırlatan halüsünasyonlardan esinlenen psychedelia’yı rock müziğe getiren “Five to One” çok farklı şarkılardır. Ancak bir devasa ortak noktaları vardır: üç şarkıyı da ilk defa bir radyoda duyuyor olsaydınız, üçünün de The Doors’a ait olduğundan emin olabilirdiniz.

_________________________________________________________________________________________

Listelerden ve sıralamalardan bir başarı ölçüsüymüş gibi bahsettiysem affınıza sığınırım, bir sanatçının başarısı aldığı ödüller ya da sıralamalardaki yeri değildir. Zira başarısız olarak nitelendirilen “Break on Through (to the Other Side)” günümüzde müzikte bir devrim olarak görülmüş ve binlerce insana ilham olmuştur. Bir sanatçının asıl başarısı, arkasında bıraktığı miras, ilham olduğu binler, milyonlar, belki de tek bir insandır. Bir sanatçının başarısı sattığı albüm sayısında değil, anlattığı hislerde ve anlatış şeklindedir. Bir sanatçının başarısı kelimeleri kullanmadan anlatabildiği kimliğindedir. Bir sanatçının başarısı, dağıldıktan 50 yıl sonra bile

dinlenebilmesinde, albümler ilk çıktığında daha bir kan pıhtısı bile olmayan gençlerin şarkıları kalplerinden gelerek, her notayı hissederek söylemesindedir. Bir sanatçının başarısı, ölümsüz olmasındadır. Bunun en güzel örneği ise, bedenen aramızdan ayrılan lakin hala kalplerimizde yaşayan Jim Morrison ve Ray Manzerek’tir. Jim Morrison’un “A Feast of Friends” şiirinde söylediği gibi ölüm bizi melek yapar. Ama hatırlamak gerekir: dünyada yaşamış melekler, unutulmazdır.


“Death makes angels of us all

And gives us wings

Where we had shoulders

Smooth as raven's claws.”


“Ölüm hepimizden melekler yapar,

Ve bize kanatlar verir,

Omuzlarımızın bir zamanlar olduğu yerden

Kuzgun pençeleri kadar pürüzsüz.”


Cemre S.


Yorumlar


Mail listemize katılın

Mail listemize katıldığınız için teşekkür ederiz!

bottom of page