Acılarla Savaşmak
- Lila E.
- 24 Kas 2020
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Ara 2020
Üstümüzden geçen uçaklar nedeniyle eğitimimiz durduruldu. Bir sabah, okulumuza varil bombası attılar. Ben daha ne olduğunu anlayamadan evimizin camları indi. Kaçacak zaman bulamadım ve cam parçalarının birkaçı sırtıma geldi. Bir ay önceki saldırıdan dolayı yüzüm hala yara içindeydi ama artık acısını hissetmiyordum. Aynı yüzümün acısını hissetmediğim gibi sırtıma batan şarapnel parçalarını da yansımamı camda görene kadar fark etmedim, hissetmedim. Korktuğum da söylenemez. Bir his gelmesini bekledim, korku, acı, kaygı, hüzün… Hiçbiri gelmedi. Köylülerden biri beni arabasıyla, Lazkiye’den oldukça uzakta olmasına karşın, gidebileceğimiz tek hastaneye götürdü. Doktorlar kısa sürede yapabileceklerini yaptılar ama yüzümdeki yaranın geçmesi için düzgün ameliyat gerekiyordu. Ne öyle bir vaktim ne de param vardı. Beni hastaneye getirene dönüp eve dönmek istediğimi söyledim. Karşımdaki çaresizlikle gözlerini kapadı ve kafasını salladı. Ardından, ‘O kadar yolu geri dönmek çok tehlikeli.’ dedi. Gözyaşlarının gelmesini bekledim, öfkenin beni kucaklamasını bekledim ama yine de hiçbir şey hissetmedim. Aklımda duygusuz bir biçimde şu sorular dönüyordu, kardeşlerimi bir daha görecek miyim? Peki annemi? Sorularıma cevap verebilecek birini aradım ama kimse yoktu. Adını bile bilmediğim adam sınırları geçmekle ilgili bir şeyler söylüyordu ama nasıl dediklerine odaklanabilirdim?
Daha 9 yaşındaydım ve sırtım dikişlerle dolu. Yüzümde ameliyatla zor geçecek bir yara var, annem ve kardeşlerim yanımda değil, köyümden biriyle hastanedeyim, az önce okulum bombalandı ve evimin camları indi. Ve üstüne ülkemi terk edecektim? Bunların hepsi 9 yaşındaki biri için korkutucu olmalı ama artık hislerimin varlığından emin değildim. Etrafımda olanlara odaklanamadım. Hastaneden nasıl çıktığımı da nasıl deniz kenarına geldiğimi de hatırlamıyorum. Etrafımda gördüğüm insanların bini aştığını düşündüm. Sayımızı tahmin etmeye çalışırken beni getiren adam, ‘Ailen burda olabilir.’ dedi. Bunu duyunca var gücümle bağırdım. ‘Anne!’ ‘Anne!’ ‘Anne!’ Az ötede oturan bir kadın kafasını kaldırdı. Beni gördüğünde yüzündeki acı verici ifade hafif bir tebessüme döndü. Yanında oturan üç çocuğu hafifçe dürttü ve ayağı kalktı. Ayakları çıplak bir şekilde bana koşmaya başladı. Birkaç saniye sonra bana sımsıkı sarılmıştı. Uzaktan göremediğim gözyaşları şimdi omzumu sırılsıklam etmişti. Arkasından 3 kardeşim geldi. Onları görmek duygularımın bazılarını hapsettiğim kafesten çıkarmamı sağladı. Annemin omzundan kardeşlerimin haline baktım. Kıyafetleri yıpranmış, kolları, bacakları yara içinde ve halsiz duruyorlardı. Kendi kendime, ‘Onlar bu haldeyse ben nasıl görünüyorum?’ diye düşündüm. Annem beni getirene teşekkür etti ve bana botlara binip sınırları geçeceğimiz açıkladı. O zaman bunun ne kadar zorlu bir yolculuk olacağını anlamamıştım. Bir süre sonra herkes sahilin ucunda duran şişme, sarı botlara doğru gitmeye başladı. Annem bir tane botu bize doğru çekti ve ‘Hadi buna bineceğiz.’ dedi. Kardeşlerim ve ben birbirimize endişeyle baktık. Bu küçük botla nereye gidecektik? Kaygımızı fark eden annem, ‘Çok zamanımız yok hadi hemen binin! Endişelenmeyin, hepimiz sağ salim varacağız.’ diye bizi rahatlatmaya çalıştı. Küçük kardeşlerim annemin bu sözleriyle bota bindi ama ben duraksadım. Annemin sözleri bana inandırıcı gelmiyordu. Sonuçta bu bot hiç de sağlam durmuyordu. Aslında gitmek istemiyordum. Kara, denizden çok daha güvenli geliyordu ama ailemi yalnız mı bırakacaktım? Kendime hafifçe kafamı sallayıp bende bota bindim. Annem küreklere asıldı ve denize atıldık.
Tam olarak nasıl Türkiye’ye vardığımı hatırlamıyorum. Daha sonra acıyla hatırlamayayım diye beynim bazı kareleri silmiş gibi. Her şeyi hatırlamama rağmen küçük çocukların çığlıkları, midelerimizin gurultusunu ve kızgın dalgaların sesini hala duyuyorum. Vardığımızda, botlara ilk bindiğimiz zamankinden çok daha az kişi olduğumuzu fark ettim. İnsanların yüzü daha da ekşimişti. Sonradan öğrendim ki yolda açlıktan, dalgalardan ve soğuktan hayatını kaybedenler olmuş. Bu düşüncenin beni üzmesini bekledim ama yine pek bir şey hissetmedim.
Dinlenme zamanı bulamadan çadır kurmaya başladık. Elimizde kalan tek tük çantaların dibinde yemek aradık. Bana çeyrek ekmek düştü ama ekmek sırılsıklamdı. Annem açlıktan ölmemem için yememi söyledi, ben de dediğini yaptım. Tadı beni çok rahatsız etmedi, tat alamıyordum ki rahatsız etsin. Çok geç olmadan herkes çadırlara çekildi ve az da olsa uyumaya çalıştık. Sabah uyandığımda annem çadırda değildi. Dışarıdan konuşma sesleri geliyordu. Yavaşça ayağa kalkıp çadırdan dışarı çıktım. Annem tanımadığım iki kişiyle konuşuyordu. Onların kıyafetleri bizimkiler gibi yıpranmış değildi, bir yerleri yara içinde de değildi. Annem beni fark edince azıcık gülümsedi. Sahip olduğum her şeyi toplamamı ve buradan gideceğimizi söyledi. Şaşkınlıkla yıpranmış ayakkabılarımı aldım ve geri annemin yanına döndüm. Annemin konuştuğu kişiler bizi gecekondudan hallice evlere götürdü ve burada yaşayacağımızı söyledi. Çadırlardan daha iyi olduğu için sevinmiştim. Burada su da vardı. Annem bana dönüp kardeşlerimin ve benim okula başlayacağını söyledi. Umutlandım. Umut tehlikeli bir şeydi. Eğitimimin tekrar elimden gitmesini istemiyordum, hala bombaların geleceğine inanıyordum. Boynumu büküp yukarı baktım. Gökyüzü dumanlı değil, mavi duruyordu, üstümden geçen uçaklar da yoktu. Bu düşünce beni biraz da olsun rahatlattı. O gün bana tanımadığım o iki kişi birçok soru sordu, ‘Okuluna n’oldu?’ ‘Nasıl hissediyorsun?’ ‘Yüzün ne zaman ve nasıl yara oldu?’ ‘Bombalardan korktun mu?’ Sorular bir türlü bitmedi. Bazılarına cevap veremedim. İçimdeki bir şey, görülemeyen, hala yanan bir yara cevaplamama izin vermedi. Gün bittiğinde erkek kardeşimle eski bir koltukta uyudum. Yerde yatmaktan çok daha rahattı. Koltuğun rahatlığı sırtımdaki ağrıları hissetmemi sağladı ama umursamak için çok yorgundum.
Sabah uyandığımda yüzümü yıkadım. Yüzümü yıkamak kadar basit bir şeyi bu kadar özleyeceğimi tahmin etmezdim. Dışarıda dün gelen iki kişiden biri beni ve kardeşlerimi bekliyordu. Yürüyerek bizi yakınlardaki bir okula götürdü. Olanlardan sonra okulda olmak garip bir histi, sanki okula ait değildim. Bütün yaşananlardan sonra burada olmamalıydım, kendimi eğitime bir yabancı gibi hissediyordum.
Okul bitince kardeşlerim ve yeni tanıştığım bir arkadaşla parka gittim. Parkta oynamak beni özgür hissettirdi, hele salıncakta sallanmak en güzeliydi. Arkadaşım yanımdaki salıncaktan bana garip bir yüz ifadesi ile bakıyordu. Bir saniye bekledi, ardından, ‘Yüzüne n’oldu?’ dedi. Ben de çok düşünmeden ‘Bir bomba yüzünden yara oldu.’ dedim. Arkadaşımın yüzü şaşkın bir hal aldı. ‘Nasıl yani? Bomba mı?!’ diye haykırdı. Bunun neden bu kadar şaşırtıcı bir şey olduğunu anlayamamıştım. Lazkiye’de bu normal bir şeydi, birine bana olanı anlattığımda sadece anlayış gösterirlerdi. Arkadaşıma cevap verecekken annem geldi ve akşam yemeği yiyeceğimizi söyledi. Bende arkadaşımın sorusuna cevap vermeden eve gittim.
Akşam yemeğinden sonra annem erkenden yatmamı söyledi. Dün gecenin aksine bugün koltuğa yattığımda direkt uyuyamadım. Üzgün hissetmeyi bekledim ama bunun yerine umutluydum. Tekrar okula gidiyordum, bir arkadaşım olmuştu, sabah yüzümü yıkayabiliyordum, kardeşlerim, annem burada ve savaştan uzaktayım. Bunların hepsine şükrettim. Okula giderken ağabeyim yüzüm ve sırtım için beni hastaneye götüreceğini ve ameliyatla yüzümün düzelebileceğini hatırladım, bu gerçekten çok güzel olurdu. Beni ameliyat eden doktorların nasıl hayatımı daha iyi yapacağını, beni mutlu edeceğini düşündüm. İşte o zaman, 9 yaşındayken, üstünde yattığım eskimiş koltukta fark ettim ki, doktor olmak istiyorum. Doktor olup insanların acılarını durdurmak istiyorum. Köyüme geri dönüp insanların vücutlarındaki savaş kalıntılarını yok etmek istiyorum. Türkiye’ye varmak bana bu şansı sağladı. Şu anki durumuma üzülmek yerine bana açılan kapıyı iyi değerlendireceğime söz verdim. Doktor olacağım. Silahlar yerine insanların acılarına karşı savaşacağım.
Lila E.
_________________________________________________________________________________________
- Bu öykü unicef.org adresinde hikayesi bulunan Safi adlı 9 yaşındaki bir çocuktan esinlenmiştir.





Yorumlar